31 Aralık 2009 Perşembe

2009 - - - - - > 2010

YENİ YILINIZI KUTLAR SAĞLIK VE MUTLULUKLAR DİLERİM
HERŞEY GÖNLÜNÜZCE
GÜZELLİKLERLE
DOLU OLSUN
GÜLTER ÖZGÜR

27 Kasım 2009 Cuma

Bayramınız Kutlu Olsun


Yine bir ay olmuş ben buraya bir şeyler yazmayalı.Yine Yeni Yeniden adlı yazımda boya badana işlerinden bahsetmiştim hatırlarsanız.Ama evdeki hesap çarşıya uymadı yine her zamanki gibi.Boyacı bayram öncesi çok dolu olduğunu söyleyince bizim boya işleri de haliyle yaz sonuna kaldı.Sebebine gelince, boyanın ardından parkenin silinmesi ve cilalanması işi vardı.Kış günü kapı pencere açık dahi olsa cila kokusuna mümkün değil katlanılmaz.Hele ki evde astım tedavisi devam eden bir oğul var ise.Eh boya badana, parke cila işlerini yaptıramayınca benim yeni koltuk takımı yaptırma hayallerimde şimdilik yattı.Çünkü bu tür işleri yaptırırken evin boş olması işleri daha da kolaylaştırıyor.Ne yapalım önümüzdeki yaz sonuna kadar idare edeceğiz artık.


Lafı fazla uzatmadan Kurban Bayramınızı kutlayayım.Hepinize sevdiklerinizle birlikte güzel ve mutlu bir bayram dilerim.Antalya'dan selamlar...

21 Ekim 2009 Çarşamba

Yine Yeni Yeniden


Verdiğim ara çok, yazacak konu da çok ama yazacak zaman yok...Ama bu defa dayanamadım ve yazacağım. Tırtıklı Kurabiye yazıma bir şekilde ulaşanlara azıcık sitemim var. Çünkü yazıma ulaşanlardan hiç geri dönüş alamadım. Tarifi uyguladılar mı, uygulamadılar mı? Uyguladılarsa sonuç iyi mi oldu, kötü mü oldu bilen yok. Ben istiyorum ki bu tarifi alıp ta deneyenler varsa lütfen iyi ya da kötü sonuçlarını bu tarifin altında paylaşsınlar. İyi olduysa Allah rızası için bir teşekkür etsinler, kötü olduysa da onu da paylaşsınlar ki neden kötü olduğuna dair tartışıp fikir birliğine varalım.
Tırtıklı Kurabiye ile ilgili neden bu kadar hassas olduğuma gelince, blogumun en altında bloga uğrayanları takip eden bir sistem var ve ona göre gelenlerin büyük bir çoğunluğu Tırtıklı Kurabiye için geliyor ama sonra ne bir ses ne de bir nefes. Doğal olarak hem seviniyorum ilgi çok diye, hem de tarifi uygulayanlar varsa sonuçlarını merak ediyorum.


Neyse gelelim asıl konuya...Temmuz'dan bugüne epey ara verdim. Çünkü oğlumun birinin ÖSS sınavı, sınav sonucu, tercih meselesi ve yerleştirme sonucu, kazandığı okula kayıt işlemleri ve ev tutup yerleştirme işlemleri ile uğraşmak bedenen değilse bile kafamda epeyce bir meşguliyet yarattı. Çok şükür onu Niğde Üniversitesi mimarlık-mühendislik fakültesi İnşaat Mühendisliğine yerleştirdim geldim. Ama daha evde yapılacak işler çok. Kurban bayramı gelmeden evde boya, salonun parkesinin silinmesi gibi işler var. Bu defa bedenen yorgunluk çok ama onun da üstesinden gelirim nasılsa...İnsan isterse nelerin üstesinden gelmez ki...
Verdiğim bu arada blogumu hergün konrol ettim tabii ki. Blogumun sağ tarafında takip etmeye çalıştığım sitelerin adresleri var ve her yazdıklarını mümkün mertebe okumaya çalışıyorum. Özellikle de Lale'nin Bahçesi ni okumadan edemiyorum. Ondaki bu (Allah bozmasın) enerjiden ve neşeden ben de nasibimi almaya çalışıyorum. Tabii ki fotoğrafla ilgili yazıların olduğu siteleri es geçmem mümkün değil.
Sanırım bugünlük bu kadar yazı yeter. Çünkü Yaprak Dökümü 'nü seyretmek için televizyon başına geçeceğim. Ama sizi Antalya'nın güzel bir gece fotoğrafı ile başbaşa bırakıyorum...

10 Temmuz 2009 Cuma

BİBERLİ ZEYTİNLİ EKMEK


::Gerekli Malzeme ::
1 yemek kaşığı sıvıyağ (karıştırıcı bıçakları yağlamak için)
200 ml. su
220 ml süt
4 - 4,5 cup un (elenmiş)
1 tbsp şeker
2 tsp tuz
1,5 tsp aktif kuru hamur mayası
::İç malzemesi ::
1 kırmızı biber (ince doğranmış)
1 yeşil biber (ince doğranmış)

1 yemek kaşığı siyah kokteyl zeytin
1 yemek kaşığı yeşil kokteyl zeytin


Artık pek çoğunuz malzemelerin hangi sırayla konulduğunu biliyordur ama ben yine de yazayım. Önce sıvı malzemeler, sonra da sırasıyla un, şeker, tuz ve maya konur. Makinanın temel ekmek ayarında pişiriyorum. Biberleri ve zeytinleri makina ek malzemeleri ilave etmem için uyarı verdiği zaman ilave ediyorum.

Sonra da makinayı kendi haline bırakıp netteki fotoğraf sitelerine dalmaya gidiyorum. Gitmeden de ekmeğin pişmiş halinin fotoğrafını ekliyorum...

Afiyet olsun :)

30 Nisan 2009 Perşembe

Duyuru - Kot Taşlama İşçileri - Silikozis


Bu yazıyı http://www.fotoiz.com/ 'un editörlerinden Sayın Erdal Kınacı'nın yazdığı köşe yazısından aldım.Yazıyı olduğu gibi buraya aktarmak istedim.Çünkü yazıya konu olan problemin geniş kitlelere duyurularak belki çözüm bulunur diye umuyorum...
Bu yazıyı okuyanlar da lütfen kendi blog ya da sitelerinde yayınlasın.Belki kanayan yaraya melhem olur bir nebze..Konuyla ilgili link alttadır..
Bir gurup gönüllü avukat doktor sendikacı ve işçinin çok ciddi bir dram ve insan hakları ihlali karşısında gösterdikleri dayanışma ve mücadeleyi bir yıldır olabildiğince takip ettik. Toplanan görüntüleri kurguladık. Bu film dayanışma ve mücadelenin bir kaydıdır.


Petra Holzer, Selçuk Erzurumlu, Ethem Özgüven
Leyleğin yuvadan attığı yavruları; kot taşlama işçileri
İzlediğiniz her şey kadar gerçek, yaşamın vaat ettikleri kadar sıradan bir yaşamdı benimkisi…
Sizin için rakam olan, yanındaki sıfırlarla çoğalttığınız yaşamlarımızı değişim rüzgârlarına yitirdik…
Kaç bin olsun, kaç yüz daha ciddi bir kamuoyu yaratmak için bilemem ama birimizin canı, bir anlam ifade etmedikçe bizi unuttunuz…
Biz yeni düzenin değişim rüzgârlarıyız...
Soğuk esen ve insanı düzenin gerçekliği ile buz gibi çarpan…
Şimdi yaşam hikâyelerimiz yerine ölümlerimizi konuşurken yakaladık sizi…
Bir gaz odasında kaybettim yaşamı…
Değişimi vaat edenlere hizmet etmek için yola çıktığım kentin basık havasız bir atölyesinde ciğerime dolan zehirle yaşamak için çalışırken kaybettiniz beni…
Beni ölüme götüren değişim rüzgârlarıydı…
Yeni düzende herkese yer vardı, katı olmadan buharlaşan yaşamlarımız adına inandık bu vaade…
Bu vaatle avuttuk işsizlerimizi, topraksızlarımızı…
Köylerimizden kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan gencecik bedenlerimizle çıktık yola…
Zonguldak tan, Siirt ten, Erzurum dan, Tokat tan, Bingöl den, Çorum dan İstanbul a gelmiştik…
Öyle ışıklı öyle güzel caddelerden geçerek geldiğim köyümün benzeri varoşlardı…
Ekmek için, ekmeğimin peşinde Sultançiftliği nde, İkitelli de, Küçükköy de, Halkalı da, Alibeyköy de, ne 8 saat çalışmaya, ne sigortaya, ne sendikaya bakmaksızın binlerce saat çalıştık hep birlikte…
Yaşama dair hatırladım tek şeyin çalıştığım tozlu atölyede, sıcak bir ev özlemiyle gün doldurduğumdur…
Atölyede tek kanun vardı “işleri yetiştirmek için durmadan çalışmak”…
Sadece çalışmak için yaşadığımız İstanbul da gizli bir elin sakladığı değişim rüzgârının sessiz yaprakları gibi kimseye dokunmadan giden yaşamlarımızı bu rüzgâr bir kez daha savurdu…
Bilmem kaç ay dayanabildi ciğerlerim tozla karışık kum parçalarına…
Her gün daha sert esen değişim rüzgârları sanki hep bana karşı esiyordu…
Ne çok çalıştım günler boyu karanlık izbe bir atölyede…
Elime tutuşturulan bir liralık ince sarı maskenin ne faydası vardı bilemedim…
Üstelik bin kot yaptığımız günleri bilirim, ağrılarım arttı nefesim tıkandı…
Doktora gitmek için ne sigorta ne para hiçbir çare bulamadım, bir esir kampına dönmüştü yaşam…
Ve esir kampının gaz odasında yaşamımı bırakıp gidemedim, köyüme çaresizce döndüm. Bir döşekte ölüme terk edilip, o büyük ilanların altında kaldı bedenim…
Sigortasız, iş güvencesiz çalıştığım zaman boyunca başıma gelecekleri bilmedim, bildiğim zaman çaresiz, çocuklarımın gözleri önünde ölümü beklemeye başlamıştım, yavaş yavaş eriyerek…
Işıltılı şehrin güzel mağazalarına yaraşan kotları beyazlatırken, ben yavaş yavaş eridim…
Ben erirken siz bilinen markaların modası sandınız taşlanmış kotlarınızı almak için mağazalara girdiniz.
Bilemezdiniz her kotta bir yaşam vardı.
Şehirde binlerce işçi gece- gündüz birbirine karışan vardiyalarda çalışmıştık.
Yeni bir dönem açılmıştı, ihracatta rekorlar, yerli taşeronlar ve çok uluslu firmalarla esen değişim rüzgârları vardı, bizden yana esti sandık, inanmak için tek neden “ekmek”ti. Ekmek kana bulandı; kocaman reklamlar, afişler arasında emeklerimizle özdeşleşen yaşamlarımız ufacık bir yer bulabildi sütunlarda…
Değişim rüzgârıyla yelkenlerini doldurup engin denizlere açılan, tekstil atölyelerinde, tersanelerde, maden ocaklarında, dökümhanelerde, fabrikalarda binlerce faili meçhulün ardında kalan emekleriyle ihracat şampiyonu olan işadamlarına, politikacılara ve yaşananlara susarak göz yuman vatandaşlara soramadım:
Bizim yaşam nereye düşer?
Başak Ergüder