31 Mayıs 2010 Pazartesi

NACİYE DENİZ ÖĞRETMENİMİZİ ZİYARET

NOSTALJİ adlı yazımda sizlere bahsettiğim ilkokul arkadaşlarımın bir kısmı ile bu Pazar günü (30 - 05 - 2010) ilkokul öğretmenimiz NACİYE DENİZ 'i ziyarete gittik.Maaşallah, seksendört yaşında olmasına rağmen sağlığı sıhhati yerinde, enerjik ve hafızası kuvvetli biri olarak karşıladı bizi.Hepimize sarıldı, öptü.Bazılarımızı daha çabuk hatırladı, bazılarımızı da oturup sohbet ederken hatırladı.Eğitim verdiği dönemde öğrencileriyle ilgili yaşadığı ilginç olayları kaydettiği defterleri getirip bize gösterdi.Onları okuyunca hepimiz ayrı duygulandık.Çocukluğumuza döndük yine.Yazdığımız tahrirlerin (kompozisyonların) ve yaptığımız resimlerin kendince önemli olanlarını saklamış.Zamanımız dar olduğu için hepsine bakamadık ama daha sonraki geniş bir vakitte tekrar buluşup onlara da bakmak için söz verdik.İlkokul bittikten sonra neler yaptığımızı, nerede okuduğumuzu, ne iş yaptığımızı, evlenip çoluk çocuk sahibi olup olmadığımızı tek tek sordu.Yine çok güzel bir zaman geçirdik hep beraber ve tekrar buluşmak üzere sözleşip vedalaştık.Bizleri apartmanın dış kapısına kadar gelerek uğurladı.Kendisine buradan sağlık ve mutluluk dileklerimle birlikte teşekkür ediyorum.

27 Mayıs 2010 Perşembe

KIRMIZI

SERGİYE DAVET


Her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiğimiz Fotoğraf sergimizin bu seneki konusu "KIRMIZI" olarak belirlendi. 24. yıl Sergimizi 6-13 Haziran 2010 tarihleri arasında, ÖZDİLEK PARK ANTALYA AVM' de izleyebilirsiniz.

Başlangıç tarihi: 6 Haziran 2010 Pazar Saat 19.30
Bitiş Tarihi: 13 Haziran 2010 Pazar 23:30

Detaylı bilgi için lütfen iletişime geçiniz.

Sevgiler
ANFAD YÖNETİM KURULU

25 Mayıs 2010 Salı

ÇOCUK OL(ama)MAK...

Bu aralar bir faaliyette bulunmuyorum, fotoğraf çekmeye bile biraz mola vermiş durumdayım.Dolayısıyla buraya iki satır karalayacak herhangi bir konu da yok.Hal böyle olunca imdadıma yine fotoğrafsever arkadaşım Ergün Karadağ yetişti.Sabah facebook.com da paylaştığı bir fotoğrafı ve altına yazdığı yazıyı okuyunca çok beğendim.Kendisinden izin istedim fotoğrafı ve yazıyı paylaşmak için, sağolsun beni yine kırmadı.Ben de sizin için o fotoğrafı ve yazıyı noktasına virgülüne dokunmadan burada paylaşıyorum.
Sevgili Ergün Karadağ'a teşekkürlerimle...
-------------------------------------------------------------------------------------------------------

ÇOCUK OL(ama)MAK...
Hangi kaderle, hangi umuda yol alacaksın.
Sen mi çizdin yaşayacağını, şehrin çok ötesinde,tüm çocukluğunla sen mi umutların peşine düşeceksin.
Elli metre ilerinde boy boy binaların arasında ,yarın gönderecekleri yaşam alanında , çadırında sen mi çocukluğunu yaşayacaksın...
Hangi parka kaç adım ötedesin. Hangi mutluluğun geleceğindesin.
Sen mi aldın o oyuncağı, sen mi beğendin bir çocuğun rüya düşlerini süsleyen bir oyuncakçı raflarından.
Kaç defa yeni elbise alındı, kaçını sen beğendin.Hep toplanan sunuldu sana bu kaderinde.Aynı analık ,aynı kaderin geçmişi hep yaşayamadıklarıyla kucakladı seni.Hep yaşayamadıklarını sunmak istedi sana ,kıramadı çemberini.

Kaç defa gittin lunaparka, kaç defa bindin atlı karıncaya…

Kaç defa mutlu oldun.

Ötede geçen arabalara baktın, gelecek olanları aradın hep gözlerin.
Bir gün yine birileri geldi,yine konuştular yine yağmurlu bir havada toplandı çadırınız…
Uzağa kaderine tekrar gittin.

Kaç defa kışın ortasında sıcacık bir odada yıkandın, kaç defa ısındın,kaç defa doydun.

Bulabildin mi hikayelerdeki çocukluğunu.
Yokluğun yoksulluğun ortasında, kimler düşündü senin sonranı..
Aynı kaderi yaşayanlar ne yaptı senin geleceğine.
Çocuk kalbin,sunulanı yoklukta dahi sevmen, kaderine isyan edemeyecek olman çocukluğundan.

Ne farkın var öteden.
Elin de bir bebeğin ,sıcacık kalbinin saflığı.

Yaşamın saflığında..

ya sonrası…
ERGÜN KARADAĞ

20 Mayıs 2010 Perşembe

NOSTALJİ

 İlkokulu bitirdikten sonra bir şekilde ayrılan yollarımız facebook.com sayesinde tekrar kesişti ve dün yani 19 Mayıs'ta bir kısmımız bir araya geldik ve hasret giderdik.Şaka gibi ama dolu dolu otuzüç yıl olmuş.
Çoğunlukla ilkokul yıllarımızdan, biraz da bugünümüzden konuştuk muhabbet ettik.Okula başladığımız ilk yıl yanlış hatırlamıyorsam altmışaltı öğrenciydik.Yıllar içinde bu sayı farklı sebeplerle değişkenlik gösterdi ama hepimiz aynı öğretmenin eğitiminden geçmiş olarak mezun olduk.O günlerden bugünlere herkes biraz değişse de simaları pek değişmemişti.Hatta bazı arkadaşlarda aradan geçen otuzüç yılın izleri neredeyse hiç belli olmuyordu.Çoğu doktor olup mesleğinde çeşitli kademelere yükselmiş, kimisi de kendi işini kurup ticaret hayatının içinde kendilerine yer edinmişlerdi.Birbirimize yaptığımız şakalar, ettiğimiz kavgalar, sert mizaçlı öğretmenimizden yediğimiz küçük şaplaklar, ödevimizi yapmadık diye işittiğimiz azarlar...Hepsi o günlerin acı-tatlı hatıraları olarak muhabbetimize kapı araladı.Ben kendi adıma çok keyifli bir öğleden sonra geçirdim.Güzel geçen bu buluşmayı en kısa zamanda daha geniş katılımlı bir akşam yemeğinde tekrarlamak üzere sözleştik.Ama ikinci buluşmamızı bugün hâlâ hayatta olan ilkokul öğretmenimizi ziyaret ederek gerçekleştireceğiz.Sonrası...Sonrası kısmet bakalım :)

15 Mayıs 2010 Cumartesi

AKRABA TOPLANTISI

Aşağı yukarı yedi sekiz senedir akraba toplantısı yapıyoruz.Epey kalabalık bir grub oluşturuyoruz.Toplanmamızın asıl amacı bizden sonra gelen yeni neslin birbirini tanıması, bilmesi ve ileride de bu geleneği devam ettirerek akrabalarını unutmaması.Elbetteki şimdi bizim bir araya gelme isteğimizi onların ileride devam ettirip ettiremeyeceğini bilemeyiz.
Bizim akraba toplantılarımızın bahaneleri hazır.Anneler Günü, Ramazan Bayramı, Kurban Bayramı, İlkbahar pikniği, Sonbahar pikniği, Yayla toplantıları gibi. Bu arada bu toplantıları annemin kız kardeşleri, kardeş çocuklarıyla yapıyoruz.

Annemler dört kız kardeş ve hepsinin de eşleri vefat edeli yıllar oldu ama daha dün gibi aklımızda.Çocukları olarak biz onlara Altın Kızlar adını taktık.
Bu toplantılara bazen okulu ya da işi nedeniyle katılamayan akrabalarımız oluyor.Hepimiz en büyüğümüzden kucağımızdaki bebeğe kadar eksiksiz olarak toplandığımızda 46 kişiyi buluyoruz.Bir düğün bayram yapsak başkasına gerek kalmayacak.Biz kendi kendimize yetecek gibiyiz.Şu anda sülalenin en küçüğü sayılan ve ablamın torunu minik Efe'nin fotoğrafı da altta.Fotoğrafa maaşallah demeden bakmayın emi :)
Şimdilik bizim sülaleden bu kadar...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

ÇAĞDAŞ CAM SANATLARI MÜZESİ

Şubat ayının son iki gününü Fotogezileri.com ve PhotoWorld dergisinin işbirliğinde düzenlenen Eskişehir-Kütahya gezisinde geçirdiğimi bu yazımda sizinle paylaşmıştım ama sadece Eskişehir kısmını aktarmıştım.
Şimdi de Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin Odunpazarı semtinde yeniden hayata döndürdüğü evlerden birini Kent Müzeleri Kompleksi olarak düzenlediği ve Türkiye'nin ilk Çağdaş Cam Sanatları Müzesi ile ilgili kısmını size sunuyorum.Müzede yerli ve yabancı cam sanatçılarının eserleri sergileniyor.Kimi duvarda tablo gibi asılı, kimi yukardaki gibi etrafında koruma ile çevrili bir alanda bulunuyor.Bir kısmı da camdan yapılmış bir kutunun içinde bulunuyor.Hepsinin fotoğrafını çekmeye çalıştım arşivime eklemek için.Bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum.Diğerlerini görmek için bir zahmet Eskişehir'e kadar gideceksiniz artık :))
 Siz bu yazıyı okuyup fotoğrafları izlerken ben de fotoğraf sitelerine gideyim bakalım kimler ne fotoğraflar paylaşmış ?
Dip Not :: Bu yazıyı iki ay gecikmeyle yazdığım için kusura bakmayın emi :) 

  

Kütahya'yı da bir iki aya kadar paylaşırım artık :)))

10 Mayıs 2010 Pazartesi

SICAKKK...ÇOK SICAK...

Az önce dışardan geldim ve bugün Antalya çok sıcak.Kendimi eve zor attım.Şimdiden bu kadar çok sıcak olursa yazın sıcağını düşünemiyorum bile...Yandaki fotoğrafı buradaki sıcağı hissedebilmeniz için özellikle seçtim. 2008 yılı Aralık ayında Olympos'ta çekmiştim. ( burada hınzır bir smiley ifadesi var :) )

6 Mayıs 2010 Perşembe

SABAH MİSAFİRİ

Bugünlerde balkonumuzun müdavimi olan sevimli bir serçemiz var.Eşim, sitenin etrafında dolanan kuşlar için bir süredir ekmek kırıntılarını balkon kenarına, pencerenin önüne serpiştiriyordu.İçlerinden bir tanesi fena halde bize sabah misafiri olmaya başladı.Sabah kalkıp balkona çıkınca o da hemen uçarak bizim balkona konuşlanıyor ki sabah nevalesini kapabilsin :)
Çocukluğumda bugün rahmetli olan anneannem de sabah namazını kıldıktan sonra pencerenin önüne kumrular ve kuşlar için yem ve su koyardı.Sanırım bundan sonra onun yaptığı bu vazifeyi ben üstleneceğim.Bu küçük misafirimizi aç bırakmak olmaz.Allah'tan sitenin bahçesi her gün sabah akşam sulandığı için su sıkıntıları yok.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

PAMUK NİNE

Ne günler yaşadı, ne günler gördü geçirdi de
bir gün bile isyan etmedi.
Üst katta kendi anne babası, alt katta
üç çocuk, bir koca, bir kaynana, bir kayınpeder
kutu gibi küçücük bir evde yaşadı uzun yıllar.
Yemek, çamaşır, bulaşık, ütü
ne iş varsa yapardı.
Hazır giyim mi vardı eskiden.
Evdeki herkesin pijamasını, elbisesini,
çocukların okul önlüklerine dek
hepsini diker giydirirdi.
Aile büyükleri var diye
evden misafir hiç eksik olmazdı.
Üstelik yatılı, yemeli içmeli misafirdi gelen.
Gün geldi büyük kızını erken yaşta evlendirdi.
Genç yaşta kayınvalide oldu.
Ele karıştı, artık bir de damat vardı.
Arkadan çok geçmeden torun da geldi.
Derken ortanca kız da evlendi,
damat sayısı ikiye çıktı.
Yıllar geçtikçe torun sayısı dörde katlandı.
Bu arada aile büyükleri artık birer birer
hayata veda ediyorlardı.
Artık evlilik sırası evin en küçük kızına gelmişti.
Damatları üçlemişti.
Kocasıyla birlikte kurdukları
iki kişilik çekirdek aile olarak
kalmışlardı evin içinde.
Edi ile Büdü misali.
İki kız, dört erkek
tam altı tane torunu oldu.
Torunlar büyürken kocasını da kaybetti.
Herkesin derdi onu buldu yıllarca.
Ama o hiç yüzünü asmadı kimseye.
Bütün üzüntüsünü, sıkıntısını hep içine attı.
Kimseye bir şey belli etmedi.
Şimdi artık ömrünün sonbaharında
mutlu bir yaşam sürüyor.
Torunların kimi üniversiteyi bitirdi,
kimi üniversitede okuyor,
kimi de üniversiteye hazırlanıyor.
Torunun birini evlendirdi,
artık bir de yeni nesil damat var.
Bir de torun çocuğu görmek
nasip olursa değmeyin keyfine.
O şimdi mutlu bir PAMUK NİNE.
GÜLTER ÖZGÜR
:: Dip Not :: 
Torununun bebeğini de gördü artık.
Ondan mutlusu var mı acaba :) 

29 Nisan 2010 Perşembe

İSYANIIMMM VAAAAARRRRRRRR

Bu aralar pek çok şeye isyan edesim var.İsyan ettiğim şeyleri tek tek yazmaya da isyanım var.Ama sevgili fotoğraf sever dostumuz Ergün Karadağ'ın kendi isyanı ile ilgili paylaştığı yanda görmüş olduğunuz fotoğraf ve yazısı imdadıma yetişti.Kendisinden fotoğrafını ve yazısını burada paylaşmak için izin istedim.Sağolsun o da beni kırmayıp izin verdi.Kendisine buradan çok teşekkür ediyorum ve yazıyı noktasına virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşıyorum.
===============================================
İSYANIIMMM VAAAAARRRRRRRR

haklı.
Hem de bu yaşına rağmen.
oyuna almadıklarından herhalde isyanı var..

benimde isyanım var bugünlerde.
Hem de herşeyeee...

yağmura ,çamura,kredi kartına,arabanın biten benzinine,,seçime,düzlüğe çıkamamanın gerginliğe,oyunlara ,bizansçılara,yalan tebessümlere,sahte öpücüklere,küçük gelen örtülere,çeken kazaklara,nezaketsiz diyaloglara,umut koyup alamadıklarına,geç gelen belediye otobüsüne,komşunun tavuğuna,pişirilmeden gelen yemeğe,ayağımda oluşan nasıra,asfalt yoldaki su dolu çukura,çıkmayan lale soğanına,diyaframını ayarlayamadığım fotoğrafa,ite,kurda kuşa,rüzgara ayaza,biten tüpe,gelen elektrik faturasına,soğuyan çayaaaaa...
her gün yetiştirmeye çalışıp yığılan işlere,beklenen telefonların gelmemesine,enseme atılan buzun sırtımdan aşağıya gitmesine,benden hızlı giden zamana,çekeceğim an yerinden giden görüntüye,ilacını almayıp içmediği halde kontrole gelen hastaya,akan çatıya,biten rakıya,umut koyup alamadığım hayallerime,dar gelip çıkarmak zorunda kaldığım rugan ayakkabının unutamadığım güzelliğine,ortaya çıkmamış sevdalara,var olan sevdalardaki sorunlara, biten pipo tütününe,patlayan araba lastiğine,anlamsızca ölenlere,barıştan uzak kalanlara,yazın güneşin altında gölgelik bulamamaya,sahilde yanıp su toplayan derime,dağda yürüyüşte ayakkabımın içene kaçan taşa,ayazda üşüyen parmağıma,yaptığım tatlıyı sevmeyenlere,yağmurlu havada su birikintisinden hızlı geçen arabaya,anlamsız zamanda biten telefonun şarjzına,evde unuttuğum cüzdana,sıkıştığımda bulamadığım tuvalete,faytonların altında biriken at pisliğine,parkta bahçede köpeğini işetene,tuvaletini yaptırana,vergilerin çokluğuna,yapılan her sınava,yemekten çıkan çoraba,patlamayan el bombasına,kask takmayan motorsikletlilere,kesilip giden internete,yavaş açılan sitelere,acıkmışken servisi geç getiren garsona,ayakkabıyı boyarken ,boyayı çoraba kaçıran ayakkabı boyacısına,mola yerinde otobüsüne geç gelen yolcuya,tüm sınav öncesi günlere,kırmızıda geçen yayaya,üst geçidi kullanmayana,mağazadan malı altıktan sonraki gün gelen indirime,yokuşu tırmanırken artık yorulmama,açık unuttuğum fermuarıma,dişimin arasında kalan yeşil maydanoza,banyonun yarısında suyun kesilmesine,güzelim fotoğraf dergilerimin sayfalarını buruşturarak açanlara,daha önce onlarca kişinin karıştırdığı dergiyi satmaya çalışana,üzerine oturmayan pantolona çok yakıştı efendim diyen mağazacıya,ikramiye çıkmayan bilete,çenemin altınında traş sonrası kalan sakala,yolu bilmeyip ters şeride girmeye,fotoğraflarımda meydana gelen ışık patlamalarına,………
………
……….
……….
……......................................

............................................. ……… ………. … ..
İSYANIMMMM VAAARRRR...
 
Bir isyanımda bu çocuk kalbinden uzaklaşmama..yaşamasını istediğim güzelliklerin kıskançlığına…

ERGÜN KARADAĞ
===================================================
Bakalım bizden başka kimlerin nelere isyanı varmış bir görelim :)
DİP NOT :: Bu yazının ve fotoğrafın aslına ulaşmak isteyen buraya tıklasın lütfen.

27 Nisan 2010 Salı

BERGAMA'DAN ESİNTİLER

Yol yorgunluğu, Niğde'den bir haftalığına Antalya'ya gelen oğlumla hasret giderme derken Bergama ile ilgili yazımı ancak şimdi yazabiliyorum.Giderken yolcuğuluğum biraz sıkıntılı geçti. Çünkü Antalya-İzmir yolu yapım aşamasında olduğu için Antalya-Korkuteli arasında kalan yolu servis yoluna (yani eski yola) vermişler.Bilenler bilir ki eski yol çok virajlıdır ve otobüs te çok hızlı gittiğinden içim dışıma çıktı resmen.Bu gezi sayesinde üniversiteden arkadaşlarım olan Hurinur ve Hülya'yı da ziyaret etme fırsatım oldu.Önce İzmir'e gittim ve onları gördüm.Hep telefonla görüşüyorduk ama ne zamandır bir araya gelip sohbet etme imkânımız olmamıştı.İyi de oldu, özlemişiz birbirimizi.Kısa da olsa hasret giderebildik.Bergama'ya İzmir'den gidecek olan gruba katılmak için buluşacağımız yere Hurinur'un evi yakın olduğu için geceyi de onda geçirdim.
Ertesi sabah 06:50'de İzmir'den Bergama'ya gidecek olan arkadaşlarla buluşup yola düştük.Gidecek olanları sağdan soldan toparlayıp gidene kadar saat on buçuk falan oldu.Direkt seminerin yapıldığı salona girdik.Otelin ayrıca bir seminer salonu olmadığı için restaurant bölümünün bir kısmını seminer salonu olarak düzenlemişlerdi.
Seminere başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere çeşitli illerden yoğun bir katılım olmuştu.Ama insanlar yoldan gelir gelmez dinlenmeye bile fırsat bulamadan seminere girmek zorunda kalmıştı.Beden yorgunluğu ve yoğun seminer progmından dolayı oluşan beyin yorgunluğu bir araya gelince bazılarımızı hafiften uyku basar gibi olduğu için kendimizi otelin bahçesine attık :) Birer çay içip biraz da oksijen depolayıp tekrar salona döndük.
Seminerde Ömer Lütfü Bakan'ın portfolyosunu, Niko Guido'nun Haiti depreminden sonra yaptığı çekimleri, fotoğraf camiasında adı fotoğrafın yaramaz çocuğu olarak geçen sevgili Ufuk Kıray'ın gündemdeki olayları mizâhi bir dille anlatan fotoğraflarını, düğün ve doğum fotoğrafçılığı yapan Esra Pozan'ın paylaşımlarını, Anadolu Ajansı muhabiri Fırat Yurdakul'un haber fotoğraflarında kendine has fark yarattığı çalışmaları, Fahrettin Şankaynağı'nın Anadolu insanına ait fotoğraflarını ve en son Erdal Kınacı'nın kurgulayarak yaptığı çekimlerle hayatı ve olayları sorgulamamıza ve düşünmemize yardımcı olan fotoğraflarını izledik.Tabii her paylaşımın ardından merak edilenler soruldu, öğrenildi.Seminerde verilen aralarda çaylar içildi, yemekler yendi, sohbetler edildi.Seminer sonunda bazı dostlar geri döndü, geri kalan bizler dört otele dağılıp kalacağımız odaya yerleşebildik en sonunda.
Yemek saatine kadar biraz dinlendik.Akşam yemeğinden sonra da herkes dans edip oynarken ben de onları fotoğrafladım.Ertesi gün kahvaltıdan sonra Bergama'nın tarihi mekânlarını gezdik, yemek yedik.Ama her ne hikmetse bu defa içimde fotoğraf çekme isteğim hiç yoktu.Aşırı bir yorgunluk hissettim kendimde ve çok az fotoğraf çektim.Kızıl Bazilika'yı gezdikten sonra Çınaraltı Kahvesi'ne uğradık çay içmeye.Yorgunluktan Akropol'a kadar gitsek de ben içeri girip gezemedim bile.Dönüşte tekrar İzmir'e arkadaşımın yanına döndüm ve orada akşam yemeği yedikten sonra biraz daha sohbet ettik arkadaşımla.Sağolsun gece beni taksiye bindirip nereye gideceğimi de taksiciye tarif etti.Nilüfer Turizmin Üçyol'daki şubesinin önünde taksiden inerken cep telefonumu takside düşürmüşüm.Servise bindikten sonra farkettim.Nilüfer'in Bornova'daki servislerle gelen ve giden yolcularını indirip bindirdiği merkezine gelir gelmez hemen telefonumu takside düşürmüş olabileceğimi bildirip yardım istedim.Allah razı olsun hemen telefonumun numarasını arayıp taksiciye ulaştılar ve telefonumu Üçyol'daki şubeye ücreti karşılığı (ücretini ben karşılamış olsam bile) bırakmasını rica ettiler.Bana da endişe etmememi ve ertesi günkü otobüsle Antalya'ya göndereceklerini söylediler.Benden de gerekli bilgileri alıp beni Antalya otobüsüne bindirip uğurladılar.Ertesi gün de ben Antalya otogardan telefonumu teslim aldım.
Bergama macerasının sonuna gelmiş olduk.
DİP NOT :: Yandaki fotoğraf Serkan Aygören'e aittir.Bergama ile ilgili onun da izlenimlerini okumanızı isterim.Benimkinden daha esprili ve okuması zevkli bir yazı dili var.

19 Nisan 2010 Pazartesi

BERGAMA'DAN DÖNDÜM

Keyifli ve yoğun bir kamptı ve ben şu anda çok yorgunum.Bugün dinleneyim, yarına kısmet olursa ayrıntılarla birlikte yazarım.

15 Nisan 2010 Perşembe

BERGAMA'YA GİDİYORUM

Bu hafta sonu Bergama Ticaret Odası ve Fotoğraf  Dostları Topluluğu'nun işbirliği  ile gerçekleştirilen 2.Bergama Fotoğraf Günlerine katılmak için Bergama'da olacağım.Dönünce görüşürüz :)

Not :: Fotoğraf netten alıntıdır.

13 Nisan 2010 Salı

ÇİÇEK & BÖCEK & KUŞ & KELEBEK

Bu aralar fazla işim var.
Siz bu fotoğrafları izlerken ben de şu çok olan işlerimi halledeyim.

9 Nisan 2010 Cuma

KENDİNE AYNA TUTMAK

İnsan doğası gereği hep mükemmel olmak ister.Onun için de çabalar durur.Bu arada yanlış da yapar, doğru da.Ama her ne hikmetse ya yanlışının birileri uyarana kadar farkına varmaz yahut ta yaptığı yanlışı geç farkeder.Arada bir kendimize, daha doğrusu yaptıklarımıza ve söylediklerimize şöyle bir geri dönüp bakmamız gerekir.Nerede yanlış yapmışız, nerede dilimizin kıvraklığının kurbanı olmuşuz.Pek çoğunuzun "elbette ki yaptıklarımızı ve söylediklerimizi sonra düşünüp, tartıyoruz" dediğinizi duyar gibiyim.Bazıları vardır ki aşırı oto kontrollüdür ve eylemlerini ve söylemlerini kırk süzgeçten geçirdikten sonra hayata geçirirler.Bu yazdıklarımı onları ayrı tutarak yazıyorum.
Aslında sözü getireceğim yer kendimle ilgili.Çuvaldızı önce kendime batırmak istiyorum.Blogumu ziyarete gelenlerin son günlerde farkettiği bir şey var. O da sosyal bir ağa  " http://networkedblogs.com/ " blogumu kaydettim ve kodu alıp bloguma yerleştirdim.Tabii ki bu arada İngilizce'yi çok iyi bilmediğim ve sözlükte de aradığım cevabı tam bulamadığım için kendi bloguma kendim hayran olmuş oldum :) İngilizce'yi iyi derecede öğrenmemiş olmama mı üzüleyim yoksa kendi kendime hayran oluşuma mı güleyim kestiremedim.Yanlışımı da çözmeyi bir türlü başaramadım.Artık kendine hayran bir blog yazarının hali nice olur şimdilik bilemiyorum.Blogumu gelip gezenler giderlerken kıs kıs gülüp dalga geçerek mi gidiyorlardır, yoksa acıyarak mı, orası meçhul.Bu işin yolunu yordamını bilen varsa bir yol göstersin Allah rızası için, ben de düştüğüm bu komik durumdan bir an önce kurtulayım.

DİP NOT :: Arşivimde bu tarz bir fotoğraf bulunmadığı için Fotokritik.com'da bulduğum bir fotoğrafı sahibinden izin isteyerek sizinle paylaşıyorum.Fotoğraf sahibi HATİCE KARAKÖSELİ'dir.Kendisine buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum.Fotoğrafın linki altta ::
http://www.fotokritik.com/1582751

7 Nisan 2010 Çarşamba

HAVADA BULUT VAR

İstanbul'u bilmem ama bugün Antalya'da parçalı bulutlu bir hava var.Dün akşam da şakır şakır yağmur yağdı epey bir zaman.Kaç saat sonra durdu hatırlamıyorum.Ne zaman evde birileri varken yağmur yağsa balkonda çamaşır asılı olup olmadığını sorarlar hep.Ama bilmezler ki ben yazın havası sabit üç ayı dışında balkona çamaşır sermem.Antalya'nın havasına belli mi olur.Bir bakarsın hava günlük güneşliktir, bir anda yağmur indiriverir.
Bunlar Nisan yağmurları...Bir yağar, bir açar.Benden size tavsiye havaya güvenip şemsiyesiz ve bir ince hırkasız çıkmayın sokağa.Hadi bugünlük yetiversin...Hasta halimle fotoğraf çekmeye çıkamadığım için fotoğrafı sandıktan çıkarmak zorunda kaldım, idare edin artık.İnceden yağmurlu ama Nisan güneşi ile aydınlanmış bir öğleden sonra dilerim hepinize :)

6 Nisan 2010 Salı

BAHAR HAVASI ÇARPTI

Ev halkından birisi nezle grip olmaya görsün hele.O iki-üç günde iyileşir ayağa kalkar, arkasından ben hastalanırım.Ama benim hastalığım öyle çabuk geçmez, beni uzunca bir süre süründürür.Hamarat bir hatun olmasam da sonuçta evde yapılması gereken işleri de hasta bile olsam yapmam gerekiyor.Lale Hanım  gibi çifter çifter kızım yok ki bana bir tas çorba pişirip yedirip içirsinler, adaçayı yapsınlar da iyileşeyim :) 
Ne yapalım, ben de kendi kendime bakıyorum.Sabah sabah yaptım bir dallı çay, yanına da miss gibi susam kokan simit ve peynirle kahvaltımı yaptım.Birazdan tavuk suyuna hasta çorbamı da yaparım.Hasta çorbası da neymiş demeyin.Bizim ailede tavuklu şehriye çorbasının bir adı da hasta çorbasıdır.Çorbama limonu sıkar, içerim.Ben kendi kendime bakarım :) Siz de kendinize iyi bakın emi...

3 Nisan 2010 Cumartesi

BİBERLİ PEYNİRLİ EKMEK

Biberli peynirli ekmek tarifini paylaşmayı uzun zaman önce aklımdan geçiriyordum ama bu sabahın körüne kısmetmiş :)
Çünkü, bir saat kadar önce yine evde ekmek kalmadığı için sabaha acele yetişsin diye ekmek makinasında ekmek yapmaya yeltendim.Epeydir makinada ekmek yapmadığım için de bıçaklarını yerleştirmeden sen kalk bütün malzemeyi koy teknenin içine ve makinayı çalıştır.Makinayı çalıştırdıktan hemen sonra bıçaklarını koymadığımı farkettim ve hemen makinayı fişten çekip tekneyi bir kabın içine boca ettim.Bıçakları yerleştirdikten sonra tekrar bütün malzemeyi geri koyup çalıştırdım yine makinayı.Bakalım sonuç nasıl olacak?
Bu vesileyle de biberli peynirli ekmek tarifini paylaşmak aklıma düştü ve sabahın köründe oturdum bilgisayarın başına.Tarif aslında daha önce paylaştığım  BİBERLİ ZEYTİNLİ EKMEK   tarifiyle aynı.Değişen tek şey sadece içine eklediğimiz malzeme (hani makina BİP diye ötünce).Ekmeğin içine ben tercihen yağlı bir peynir rendeleyip koydum.Miktarını ölçmedim ama sanırım avucumun içini dolduracak kadardı.Biraz da dereotu ve kırmızı biber doğrayıp ekledim.Peynir yağlı olduğu için pişerken içinde eridi ama lezzeti ekmeğe yayılmıştı.
DİP NOT :: Bu geceki ekmek yapma maceramın kahramanı olan ekmeğin fotoğrafını da ev halkı tırtıklamadan çeker paylaşırım artık :) --->> Ev halkı tırtıklamadan fotoğrafı çektim ama ancak bu sabah (06-Nisan-2010 Salı) ekleme fırsatım oldu.

30 Mart 2010 Salı

PORTAKAL ÇİÇEĞİ

Rüzgar, takmış peşine portakal çiçeklerinin kokusunu, katmış denizin hırçın dalgalarına, bembeyaz köpükleriyle sahilde üzerime üzerime geliyor. Bırakmışım saçlarımı güneşin akşam ışığına, ayaklarımsa denizin dalgalarıyla dans ediyor adeta...


17 Mart 2010 Çarşamba

KIRKGÖZ HAN

Antalya Burdur yolu üzerinde Antalya'ya 30 km. uzaklıkta bulunan Kırkgöz Han'ı kitabesine göre II. Gıyaseddin Keyhüsrev Bin Keykubat tarafından 1236 - 1246 yılları arasında yapılmıştır.
Osmanlılar zamanında onarılmıştır. Beden duvarlarından dısarıya doğru fırlayan abidevi portalı bezemesizdir. Tonazla örtülü uzun ve yatay bir holden sonra (15x49m.) 51x49m. genişliğinde büyük bir avluya girilmektedir. Bu avlunun doğu ve batısında kalın kesme taş payeler kesme taşdan sivri kemerli revarklar sıralanmıştır.
Giriş kapısının arkasında sivri beşik tonozlu iki eyvan bulunmaktadır. Bu bölümlerin diğer bölümlerden farklı oluşu özel bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Kuzey cephesini içeriden tamamen kapatan tonozla örtülü olan kesme taştan bir bölüm bulunmaktadır.
Hanın yapı malzemesini moloz taş duvarlar oluşturmaktadır. Revak kemerlerinin arasındaki dolgular Osmanlı dönemine aittir. Avlu çevresindeki bölümler yuvarlak kemerlerle birbirlerine ve duvarlara bağlanmıştır.
Döşemealtı belediyesinin talebi üzerine Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restorasyon çalışmalarına başlanmış olup, kısa sürede tamamlanarak turizme açılmıştır. 
::Altta ise Antalya'nın en önemli su kaynaklarından Kırkgöz'ün fotoğrafı mevcut::
Eskişehir Odunpazarı ve Çağdaş Cam Sanatları Müzesi ile Kütahya'dan izlenimlerimi paylaşmayı istiyordum ama bu tarihi yapıyı fotoğrafları ile birlikte paylaşmayı şu an için daha önemli gördüm.
Siz fotoğraflarla birlikte yapının nasıl yapıldığını özümseyedurun ben de fotoğraf sitelerindeki fotoğrafları izlemeye devam edeyim :)

5 Mart 2010 Cuma

ESKİŞEHİR

 

Şubat ayının son iki gününü Fotogezileri.com ve PhotoWorld dergisinin işbirliğinde düzenlenen Eskişehir-Kütahya gezisinde geçirdim.Bol fotoğraflı, eğlenceli ve güzel iki gündü.
Bu yazımda sadece Eskişehir'den fotoğraflar olacak.Eskişehir Odunpazarı'ndaki evler ve büyükşehir belediyesinin katkılarıyla açılan Çağdaş Cam Sanatları Müzesi'nden fotoğrafları bir sonraki yazıda paylaşacağım.
Kütahya'yı ise en sona sakladım :) 

 
Eskişehir'i çok sevdim.Cıvıl cıvıl, hayat dolu bir kent.Gece geç vakitlere kadar şehrin sokakları insan dolu.Çoğunluğu da üniversiteli.
 
 Porsuk Çayı'nın üzerinde üstü kapalı gezinti tekneleriyle küçük bir gezinti yaptık.
  
  
Porsuk Çayı'nın kenarından bir aşağı bir yukarı hem gezdik hem de fotoğraf çektik. 
 
"Devrim Arabaları" filmindeki arabayı görmek için TÜLOMSAŞ'ı ziyaret ettik. 
 
Terminalin yanıbaşındaki Kent Parkı'nı gezdik.
 

 Siz şimdilik bu fotoğraflarla Eskişehir'i gezedurun, ben de sonraya sakladığım yazıların hazırlıklarını yapayım :)