28 Temmuz 2011 Perşembe

PİRUZE

Uzunca bir zamandır kitap okumuyordum ama bu aralar annemin yanına sıkça gidiyorum ve iki gün kalıyorum.Bilgisayar ve net ortamından uzak kaldığım için orada boş vaktimi değerlendirmek amacıyla yanımda kitap götürüyorum.Bu defa yanımda Sinan Akyüz'ün PİRUZE adlı kitabı vardı.
İlk bakışta Betty Mahmudi'nin "Kızım Olmadan Asla" adlı kitabına benziyor.Betty Mahmudi'nin kitabında taraflardan biri Amerikalı diğeri İranlı idi.
Piruze'de ise bir taraf Türk, diğer taraf Suriyeli ve her iki tarafta müslüman.Sonuçta her iki kitapta da kadınlar hep eziyet ve cefa çekiyorlar ama sonunda bir şekilde kaçıp kurtuluyorlar.
Piruze; Türk diplomatının kızı ve babasının işi gereği dünyanın çeşitli ülkelerinde okumuş, İngilizceyi ana dili gibi konuşan, sarışın ve uzun boylu güzel bir kız.Tam üniversite çağındayken yine babasının vazifesi gereği Suriye'nin başkenti Şam'a gidiyorlar.Oranın zenginlerinden birinin yakışıklı oğluna kalbini kaptırıp babasının karşı gelmesine rağmen aşık olduğu adamla evleniyor.Kayınpederi ölene dek çok mutlu bir evlilik sürdürüyor.Kayınpederi öldükten sonra kayınvalidesinin yanına kocasının isteği doğrultusunda taşınıyorlar ve mutsuz günleri başlıyor.Kayınvalide bir taraftan, eşi bir taraftan sürekli eza ve cefa çektiriyorlar.Hatta kocasının kendisini aldatmasına bile çocuklarının uğruna göz yumuyor.Ne zaman kocası onu öldüresiye dövüp hastanelik ediyor, o zaman çocuklarını da alıp kaçma planları yapmaya başlıyor.Lâkin sadece kendisi kaçıp kurtulabiliyor.Yıllarca çocuklarına kavuşabilmek için uğraşıp didiniyor ama nafile.Taa ki hayatın kendisine hazırladığı bir tesadüf sonucu yirmi yıl sonra büyük oğluyla karşı karşıya geliyor ve hasret sona eriyor.
Kitabın sürükleyici ve insanı okurken yormayan bir yazım dili var.Başkalarını bilmem ama ben okurken keyif aldım.
-------------------------
Bu arada annem daha iyi bugünlerde, hepinize iyi dilekleriniz için teşekkür ederim.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

CAN SIKINTISI

Bu aralar keyfim yok.Ne fotoğraf çekebiliyorum, ne de gezebiliyorum.Denize de ayak basmadım henüz.Antalya'nın malum cehennem sıcakları bugün kendini iyiden iyiye hissettiriyor.Annem bu aralar sık hastalanır oldu.Keyifli yazılar paylaşabilmem için önce benim keyfimin yerinde olması gerek.Annemin mide-bağırsak-böbrek şikayetleri nasıl düzelecek bilemiyorum.Korkuteli'de oldukları için en çok iki ablam ilgileniyor lakin benim aklımda orada kalıyor.Bugün gidip bakıp geleceğim ama asıl Pazartesi gün gidip bir kaç gün kalacağım yanında.Bu yaz blogla pek ilgilenemeyeceğim gibi görünüyor.Çünkü, Ağustos'ta ablamın kızı ikinci bebeğini dünyaya getirecek, Ekim'in başında küçük ablam oğlunu evlendirecek, dolayısıyla onların telaşı çoğalacak ve benim anneme daha fazla zaman ayırmam gerekecek.Sonbahara kadar beni buralarda göremezseniz merak etmeyin emi.
Can sıkıntısı, kapı gıcırtısı işte...Şimdilik hoş kalın, fırsat olursa ara ara uğramaya çalışırım buralara.Kendinize ve sevdiklerinize iyi bakın.Sanırsam içinizi kararttım biraz.Sandıktan içinizi açacak bir fotoğraf paylaşayım da neşemiz yerine gelsin değil mi ama :)
Antalya Yeşilbayır'da çektiğim bir fotoğraf, seyrinize...

19 Haziran 2011 Pazar

BABA EVİ

Bir zamanlar Baba Evi diye bir dizi vardı televizyonda.O dizinin her bölümünün sonunda bu jenerik müziği çalmaya başlardı ve benim gözyaşlarımda akmaya.Çünkü dizinin yayınlandığı yıllar tam da rahmetli babamın akciğer kanseriyle mücadele ettiği ve dizinin bittiği zamanlarda hayatını kaybettiği günlere rast gelmişti.O gün bu gündür ne zaman dinlesem ya da ne zaman kulağıma en ufak tınısı gelse gözlerim yine dolar.
Babamla iyi ya da kötü bir dolu anım var.Ama en önemlisi, okula bile gitmediğim günlerde oturduğumuz evin merdivenlerinden elimde içi su dolu çay bardağı ile yuvarlanıp sağ avucumun içine kırılan bardağın camının gömüldüğü gündür.Babamın beni kucakladığı gibi komşuların yardımıyla hemen hastaneye götürüşünü bugün gibi hatırlarım.Avucumdan oluk oluk akan kanı bir bez parçasıyla bağlayıp durdurmaya çalışmış lakin başaramamıştı.O benimle uğraşırken ben kaybettiğim kanın etkisiyle mi bilmiyorum uyuşmuş gibiydim biraz.Zira canımın acısını düşüneceğime babamın üstünün başının kan olduğunu düşünüp ona üzülüyordum.En sonunda hastaneye varınca avucumun içini temizleyip güç bela yanılmıyorsam altı-yedi dikiş attılar.Uyuşturdular mı uyuşturmadılar mı orasını hatırlamıyorum.Eve geldikten sonra gece tekrar kanadı avucum, tekrar hastaneye gittik.Ne yaptılar, ne ettiler de kan durdu bilmiyorum.Sonraki günlerde sağ elim boynuma asılı vaziyette gezdim bir müddet.O zamanlar sokak aralarında rahatça oynayabiliyorduk.Yaz günüydü ve ben sokakta elim boynumda asılı olarak hem oynuyor hem de sokağımızda bulunan komşu terzi amcaların ikram ettikleri meyveleri sol elimle yemeye çalışıyordum.Hatta birinde elime koca bir salkım üzüm tutuşturmuşlardı da sol elimle salkımı havaya kaldırıp üzüm tanelerini ağzıma doğru götüreceğim diye canım çıkmıştı :)
Bu kadar anı yetsin.İnsan bir yandan bunları düşünüp hem ağlar hem de güler mi? Hayat işte, bir şekilde böyle sürüp gidiyor.Ben sizi en iyisi Aşkın Nur Yengi'nin Baba Evi dizisi için söylediği şarkıyla baş başa bırakayım.
BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN.

11 Haziran 2011 Cumartesi

KUZULARIN SESSİZLİĞİ

Bildiğiniz gibi yarın yine seçim var.
Tercihimiz bir sonraki seçime kadar hayatımıza bir şekilde etki edecek.Öyle ya da böyle sonuçlarına yine biz katlanacağız.Türkiye için sonucu hayırlı bir seçim olur inşaallah.Sözü kısa keseyim de asıl konuya geleyim.
Ben sizinle daha önce de fotoğraflarını paylaştığım sevgili Ufuk Kıray'ın seçim konusunu mizahi bir şekilde kurguladığı 
KUZULARIN SESSİZLİĞİ adlı fotoğrafını paylaşmak istiyorum.



7 Haziran 2011 Salı

UÇANSU 2 ŞELALESİ

Bir buçuk ay önce takılıp gezmiştim eşimin arkasına en son ve buradaki yazımda da sizinle paylaşmıştım.Bu defa annem ve yardımcısı da bizimleydi.Yine aynı bölgeyi gezdik sayılır ama ilk durağımız Uçansu 2 Şelalesi idi.Şelalenin yolunu ilkten şaşırıp kestirme yola girdik, hay girmez olaydık.O kestirme yolu bisikletli ve atv motorlu turist grupları safari amaçlı kullanıyormuş.Zaten toprak bir yol, bir de ara ara Uçansu Şelalesi'nin oluşturduğu küçük dere yatağı yolu kesiyordu.(Bu arada arabamız FİAT DOBLO olduğu için altı yüksekti.)Neyse zor zahmet ulaştık Uçansu 2 Şelalesi'ne.Orada biraz dinlendik, ben fotoğraf çektim.
Sonra balık yemek için Pınargözü  balık çiftliğine gittik.Manzara yine çok güzeldi.Yemek yediğimiz yerin çatısının önüne yerleştirilen oluklardan aralıklı olarak sular aşağıya içinde balıkların yetiştiği havuzların üstüne dökülüyordu.Manzaramız dahilindeki Torosların üzerini bembeyaz pamuk gibi bulutlar kaplamıştı.Yemeğin sonuna doğru bulutlar iyice kabardı, gök gürlemeye başladı.Allah'tan tam biz arabaya bindik yola çıkmak için ve yağmur indirmeye başladı iri iri.Yağmur bir yandan yağadursun biz Çetince'ye doğru ilerlerken yolda dağlardan inen kaynak suyunun önünde durduk ve arabadaki bütün şişeleri kaynak suyu ile doldurduk.Buz gibi çok güzeldi kaynak suyu.Çetince'de eşim kısa süre çalışanlarla birlikte işinin yolunda gidip gitmediğini inceledi ve sorun olmayınca yola devam ettik.
Geçen defa dönüşümüzü Karacaören 1 barajının oradan yapmıştık.Bu defa rotamızı Çetince'den Etler köyü üzerine çevirdik.Oraya varana kadar yağmur bir güzel yağdı.Vardığımızda yağmur biraz dinmiş ve güneş bulutların arasından göz kırpmıştı bize.Orada gördüğüm bitki örtüsü o kadar güzeldi ki bol bol fotoğraf çektim.Yağmurdan sonraki oksijeni ve yeşilliği ruhumuza ve bedenimize depoladıktan sonra Antalya'ya dönüş için yola çıktık ve istikamet olarak Çandır köyü -> Serik ilçesi derken yine betondan kalelerimize  geri döndük.
Şimdilik kendinize iyi bakın, görüşürüz... :))
DİP NOT :: Gerçekten kumanda panelinde bakım ve değişiklik varmış.Farklı bir şeyler görünce şoka girmeyin sakın.